Tiyatro Pera, bu sezon 1950’li
yılların İstanbul’unu günümüze taşıyor. Oyunun alt başlığı da İstanbul 1955
zaten. Şerefe Hatıralar, siyasi bir dönem oyunu. Yaratıcı kadro, özellikle de
tabii ki Nesrin Kazankaya, çoğunlukla sabun köpüğü tercihlerin yapıldığı
günümüz sanatında! belleklerimizi harekete geçiriyor. Çok uzak olmayan
geçmişimizi bu oyun sayesinde tekrar hatırlamamıza aracı oluyor. Peki başarılı
oluyor mu? Evet.
Nesrin Kazankaya oyunun bel
kemiği elbette. Sanay karakteriyle oyunculardan biri, ayrıca yazan ve yöneten
konumunda. Bu üç unvanın hangisinde daha
başarılı diye bir soru akıllara gelirse -illa da birini ön plana çıkarmak
gerekirse- bu sorunun cevabı var, ama cevabın acelesi yok.
Oyun, yukarıda dediğimiz gibi
1950’li yılların İstanbul’unda özellikle de Nişantaşı’nda geçmekte çoğunlukla.
Bir karı koca, bir kayınbirader ve bir kadın. Bir de küçük kız var yıllar sonra
büyüyüp yaşamını sorgulayan. Suat ve Sanay
birbirlerini çok seven iki kardeş hatta muhabbetleri o kadar derin ki oyunun
hemen başında onları karı-koca sanıyoruz. Asıl koca Celal çıkınca da ufak bir
sürpriz oluyor izleyici için. Oyun aslında iki kurguya ev sahipliği yapıyor.
Berin’in, eskiden evlerinde çalışan Recep Ustanın meyhanesine yıllar sonra
gelişi anından geriye dönük anlatıma geçiliyor, Berin’in çocukluğu, aile ortamı
ve ellili yıllar bu şekilde anlatılıyor. Bu geçişler, gayet iyi hazırlanmış bir
dekorun ardından çok başarılı bir ışık yansıma tekniğiyle yapılıyor. Işık
kullanımı sahnelerin, kimi yerde adeta siyah beyaz fotoğraf tadında
algılanmasını sağlıyor.
Oyunun yazarı konumuyla Nesrin Kazankaya,
oyunla ilgili olarak, düşünce özgürlüğünün doğuş noktası olarak bilinen ama son
zamanlarda kendi tarihiyle çelişen Fransa’nın ünlü yazarı Voltarie gibi düşünüyor
ve şöyle diyor; “Farklı düşünene, farklı yaşayana, yani ‘ötekine’ yalnızca
hoşgörü göstermek değil, ona sahip çıkabilmek; katılmasak bile özgürlük alanı
tanıyabilmek….” diye özetliyor düşüncelerini. Tıpkı Voltaire’ in “Düşüncelerinize katılmıyorum ama söz söyleme
hakkınızı sonuna kadar savunacağım.” görüşü gibi. Kazankaya, bu düşünceden yola
çıkarak insanın tek model haline getirilme yanlışını sorguluyor, farklı
düşüncelere sahip aynı ailenin insanları arasındaki uçuruma değiniyor. Çok
yerinde bir konu seçip bunu gayet iyi kurguluyor yazar. Oyununu zenginleştirecek
çok fazla ayrıntıya da giriyor. Bu ayrıntılar oyunun tadı olacakken biraz fazla
mı abartılmış diye düşünmeden edemiyoruz. Kazankaya’ nın yaptığı alıntıların
birçoğu yerinde, başarılı ve kurguya uygun, ama daha çok isimden bahsetmek, daha
çok alıntı yapmak biraz da olsa
ayrıntılara boğdurmuş oyunu. Satre, Nietzsche, Camus, Heraklitos, Ruhi Su,
Nazım Hikmet, Ömer Hayam gibi isimler oyun metninde karşımıza çıkıveriyor bazen. Bunun yerine
Suat’ın psikolojisi daha net aktarılabilirdi izleyene, çünkü Suat oyunda önemli
bir figür.Dönemin mutsuz aydınını temsil ediyor, fakat yüzeyde kalıyor biraz.
Mualif, edilgen, mutsuz ve nihilist özellikleri bir arada bulunduran Suat,
biraz daha irdelenmeliydi metin üzerinde. Ayrıca oyunda mektuplaşma
sahnelerinin uzunluğu da dikkat çeken bir başka nokta.
Salona alaturka musiki eşliğinde
giriyorsunuz. Geniş bir alana sahip olan oda sahne diyebileceğimiz mekan hemen
size ellili yılların sinyalini veriyor. İç mekan tasarımı olarak döneme ait çalışma masası, koltuk, piyano, gramofon göze
çarpıyor ilk bakışta. Kullanılan teknikle
zaman sıçramalarındaki ışık düzenini, sahneye yerleştirilen paravanın ışıkla
uyumunu ve karakterlerin önce o paravan arkasında suretlerinin görünmesi sonra
da oyuna dahil olmaları sürecini başarılı ve gayet estetik bulduğumuzu
belirtmeden geçmeyelim. Platonun idealar
kuramındaki gibi önce yansıma sonra
suretin kendisini anımsatıyor bu sahneler.
Oyunculuklar da rahatsız
olduğumuz bir durum söz konusu değil. Oyuncular rollerinin gereğini yerine
getiriyorlar. Nesrin Kazankaya iyi bir yazar ve özellikle de iyi bir yönetmen
ama oyunculuğu diğer alanlardaki başarısının yanında biraz gölge de kalıyor.
Kazankaya’nın ses tonunun da zaman zaman
etkileyicilikten uzak kaldığını fark ediyoruz.
Danslarla müziklerle destekli
oyunda kostümler de dönemin ruhunu
taşıyor. Tangoların yapıldığı, şık gece kıyafetlerinin kullanıldığı oyunda
uyumun yerli yerinde olduğu belirtelim.
Oyunun finalinde “güzel seksenli
yıllara” dileğinde bulunuluyor. Bu
temennide bulunurlarken seksenli yıllarda neler yaşayacağımızı bilmiyorlardı
elbette. Seksenli yılları yaşayanlar olarak geçen yıllar içerisinde, dilek temennisi
yerini bulmuş mu bunu düşünmek için asıl önemli olan ise çalkantılı ellili
yılları belleğimizin tozlu raflarından indirip hatırlamak için “Şerefe
Hatıralar” ı izlemek yerinde olacaktır.
Dramaturgi: Şafak Eruyar
Oyuncular: Mehmet Aslan(Suat), Nesrin Kazankaya (Sanay), Muhammet Uzuner (Celal), Başak Meşe (Berin/Nedret), Aytunç Şabanlı (Kemal)
Dekor ve Kostüm Tasarımı: A.Şirin Dağtekin
Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz
Yönetmen Yardımcısı: Zeynep Özden
tiyatrodergisi.com.tr
ocak/2007
TAGS :
eser |
eser rüzgar |
eser rüzgar milliyet |
eserruzgar |
şerefe hatıralar |
şerefe hatıralar tiyatro |
tiyatro |
tiyatro şerefe hatıralar |
YORUMLAR